İlyas Temel ŞAFAK

Öğretim Görevlisi

HİŞT HİŞT! BİLİYOR MUYDUNUZ?

> Düzceli Araştırmacı-Gazeteci Mehmet Şimşek, Düzce Postası‘ndaki DÜNCE köşesindeki yazısına katkı sunmaya çalıştım. Ortaya güzel bir çalışma çıkmış.

>> Mehmet Ağabey’e ve Düzce Postası Gazetesi’ne teşekkür ederim.

>>> Yazıyı ve ilgili görselleri paylaşıyorum…
=====================

HİŞT HİŞT! BİLİYOR MUYDUNUZ?

Yazımın başlığı için seçtiğim soru cümlesi bazı okurlarımıza tuhaf gelmiş olabilir!

Hiç uzatmadan hem sorumu yineleyeyim hem de cevabını vereyim:
– Öykücülüğümüzün en önemli isimlerinden Sait Faik Abasıyanık’ın ailesiyle birlikte bir dönem Düzce’de yaşadığınızı biliyor muydunuz? (Unutmadan belirteyim ki ‘Hişt hişt’ usta yazarın çok bilinen bir öyküsünün ismidir. M.Ş.)
(Unutmadan belirteyim ki ‘Hişt hişt’ usta yazarın çok bilinen bir öyküsünün ismidir. M.Ş.)

Doğrusu bu ya, ben yeni öğrendim.

Hemen ardından çok değerli dostumuz İlyas Temel Şafak, daha önce kaleme aldığım bir yazıya atıfta bulunarak, Sait Faik’in içinden Düzce geçen bir öyküsünden bahsedince heyecanlandım.

Kendisine şu karşılığı verdim:
– İlyas hocam! Bana yüklü bir para göndersen inan ki, bu kadar sevinmezdim…

Gerçekten de öyleydi.

Dahası öykünün ilgili kısmı Milli Eğitim Bakanlığı’nın Düzce’deki okullarda okutulmak üzere yayınladığı “Şehrimiz Düzce” adlı ders kitabına girmiş bile…

Ne güzel…

İlyas Hoca bununla da kalmadı.

Sait Faik’in bir dönem Kocaeli Milletvekilliği de yapmış olan amcası Ahmet Faik Abasıyanık’ın Düzce’de veterinerlik görevinde bulunmuş olduğundan bahsetmesi benim için bir başka yeni bir bilgiydi. Amca Abasıyanık başlı başına bir araştırma konusunu hak ettiği için burada kısa kesiyor ve esas konumuza dönüyorum.

ABASIYANIKLAR’IN DÜZCE’DEKİ YILLARI

Ama önce bir ansiklopedik bilgi tazelemesi şart…

Cumhuriyet dönemi öykücülüğümüzün en önemli ismi olan Sait Faik Abasıyanık 18 Kasım 1908 Adapazarı’nda dedesinin yanında dünyaya gelir. Babası Mehmet Faik Bey, tahrirat kitabi olarak Karamürsel’e tayin olur. 1910-1913 yıllarında Karamürsel’de denize sıfır şirin bir evde yaşarlar.

Aile yeniden Adapazarı’na döndüğünde Sait Faik 5 yaşındadır. O yıl Rehber-i Terakki’de okula başlar. 1913-1916 yıllarında anne ve babası bir süre ayrı yaşar. Annesi Makbule Hanım babasının akrabalarından Hacı Numan Bey’in hanımı Mürüvet Hanım’la beraber kalır. Sait Faik ise babasının evinde babaanne ve dedesi ile kalır. Küçük Sait, annesini haftada ancak bir kez görebilecektir. Bir zaman sonra sular durulur anne ve baba barışır. Ancak bu kez de Yunan işgali patlak verir. Aile 1920-22 yılları arasında diğer akrabalarla birlikte önce Düzce, ardından Bolu ve son olarak Hendek’e göç etmek zorunda kalacaktır.

İşte yazımızın bamteli de burasıdır.

Çocukluğunda bir dönem Düzce’de kalan Sait Faik 12-14 yaşları arasındadır.

O yıllarda Düzce’de nerede ikamet etmişlerdir?

Bu sorunun cevabı şimdi okuyacağımız öykünün içinde saklıdır…


İLK BASKISI 1954’DE YAPILMIŞ ÖYKÜLER

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları arasından 2020 tarihli ve 6’ncı basımı yapılmış “Az Şekerli” başlığı taşıyan kitap, Sait Faik’e ait toplam 17 öyküden oluşuyor. (Kitabın ilk baskısı 1954 yılında Varlık Yayınevi tarafından okurla buluşmuş. M.Ş)

Kitabın 19.sayfasındaki “Hikâye Peşinde” adlı öykü kapsama alanımıza giriyor.

Öykü, anlatıcının; bir başka deyişle Sait Faik’in ailesiyle birlikte Düzce yıllarında kaldıkları bölgeyle ilgili bilgiyi barındırıyor.

Abasıyanık’ın satırlarından bir dönem ailecek Konuralp’te kaldıklarını öğreniyoruz.
Şimdi buyurun beraber okuyalım:

SAİT FAİK’İN KALEMİNDEN KASABA….

 
Adam:
– Sen nereye gidiyorsun hemşehrim? dedi.
Tut kelin perçeminden:
– Ben mi?
Sahi ben nereye gideceğim? Haydarpaşa’da gişelerin önünde bilet alanları, bekleme yerlerinde düşünenleri ve kalkacak bir treni görmeye gidiyorum desem mi? Enayi miyim ben? Hiç der miyim? Hiçbir yerimi kaşımadan:
– Adapazarı’na dedim.
– Adapazarlı mısın?
“P” ve “b”yi söylemesinden bizim memleketin yabancısı olmadığını anladım. Gözümün önüne Çarksuyu, Erenler Tepesi, Beşköprü’deki Hacı Bey’in köşkü, amcamın, balkonunda çingenebacak elmaları kabaran evi geldi.
Adam:
– Biz de, dedi. Adapazarı’nda ineceğiz. 11.50’de varırız Ada’ya. Oradan ver elini Düzce.
– Düzceli misiniz?
Düzce’nin Kasaba ismindeki köyünü bilir misiniz siz? Benim çocukluğumda bundan otuz beş sene evvel Pompei’den bin defa daha ma’mur, her şeyiyle yerli yerinde mükemmel bir eski Roma şehrindeydi.
– Yok, Kemerburgazlıyız ya. Orada benim birader var. Yanına gidiyorum. Yapı kalfasıdır kendisi. Beraber çalışacağız. Bende duvarcılık var, badanacılık var, hafif tertip marangozluk dülgercilik… Allah ne verdiyse… İstanbul’da işim çok iyiydi. İyiydi ama biraderi de kırmak doğru olmaz. İlle de geleceksin diye tutturdu. Büyüğüm benim. Sözünü dinlemek lazım. Bakalım bir gidelim, dedim.
Kasaba eski halindeyse, bu adam biraderine bile hacet kalmadan tek başına iki ayda o Roma harabesini restore eder. Eder ama acaba o harabeden otuz beş sene sonra elde avuçta ne kalmıştır ki?..
Küçük valizle küçük Hacer bana düştü. Onları Adapazarı trenine yerleştirdim.
– Bana müsaade, dedim
– Hani sen de geliyordun?
Ben Haydarpaşa’ya geldiğime pişmanım.
– Ben caydım, dedim, gelmeyeceğim.
– Amma yatın ha! dedi adam. Yolcu yolunda gerek. Beyhude para mı harcayacaksın buralarda kışta kıyamette… Ne var şu İstanbul’da bilmem ki? Genç olsan bir dereceye kadar.
Yapma hemşehrim! Kırma beni! Bakma benim çöktüğüme. Ben gencim daha yahu!
***
Sait Faik Abasıyanık’ı doğumunun 112 yılında saygıyla anıyorum. (M.Ş)



Loading